Bu yazımızda, Osmanlı hükümdarlarını Fatihalarla anmamız
gereken işlerinden sadece birine değinmek istiyoruz: Mukaddes Emanetler konusu.
Aldıkları terbiye gereği, Osmanlı padişahları, mukaddes
beldeler ve emanetlere karşı derin bir hürmet ve saygı besliyorlardı Kendilerine
Hakimü’l-Haremeyn diye hitap edenleri susturup, “hayır, biz Hadimü’l-Haremeyn'iz
yani Kudüs ve Kâbe’nin hakimi değil, hizmetçisiyiz!” demişler ve öyle kalmışlardı. Onlar Peygamber beldesinin muhafızı ve hizmetkârı oldular.
Mekke, Medine ve diğer tüm beldelerdeki İslâm büyüklerinin, Allah dostlarının
kabirlerini, yaşadıkları mekânları imar ettiler. Onların hatıralarını yaşatarak
günümüze, bizlere ulaşmasını sağladılar. Eğer Peygamber beldesi ve kutsal mekânlar bid’at ehli
zihniyetin elinde kalsaydı, tarih bu emanetlerin çöl kumlan arasında yok olup
gitmesine şahit olacaktı. Dile kolay, onlar tam dörtyüz yıl kutsal mekânlara muhafızlık
yapmış, Hac yollarını güvenlik altında tutmuş, hizmetler için vakıflar tahsis
etmiş, Evlad-ı Rasul’e saygıda kusur etmemişlerdi. İşte bu hassasiyetin hâlâ gözler önünde duran tezahürleri
vardır. Mesela Hz. Peygamber A.S.’ın kabr-i şerifi üzerindeki yeşil kubbe (Kubbetu’l-Hadra)
II. Mahmud tarafından yaptırılmış, II. Abdülhamid Han tarafından da üzerine 24
ayar som altından bir alem diktirilmiştir. Yine, İslâm tarihinde büyük önemi bulunan mescidlerden
İki Kıbleli Mescid, Yavuz Sultan Selim tarafından; Kuba Mescidi ise II. Mahmud
tarafından yeniden restore edilmişti. Hz. Peygamber A.S.’ın ve Ashab-ı Güzin’in hatırasını
aziz tutan Osmanoğulları, Uhud Şehitliği’ni ve Hz. Hamza R.A.'ın kabrini cami,
aşevi ve dinlenme yerleri ile ihya etmiş, sevgili Peygamberimiz’in annesi ve babasının
mezarlarını türbe haline getirmişlerdi. Ne yazık ki, bu emanetlerin bir çoğu,
sonradan bu beldelere hakim olan bid’at ehli zihniyet tarafından tahrip edildi.
Osmanlı hükümdarları, taşıdıkları ağır yük ve mesuliyetleri
sebebiyle gidemedikleri kutsal mekânların hatıralarını hemen yanı başlarına taşımışlar,
her firsatta o mübarek hatıraları edeple ziyaret edip korumuşlardı. Topkapı Sarayı’nda halen muhafaza edilen o değerli hatıraları
kısaca zikredelim: HIRKA-İ SAADET Peygamber Efendimiz A.S.’ın “Kaside-i Bürde” şairi Kaab
bin Züheyl R.A.’a hediye ettikleri hırkalarıdır. Siyah yünlü kumaştan yapılan
hırka geniş kolludur ve bir metre yirmidört santim boyundadır. İçi krem renginde
bir kumaşla kaplıdır. Sultan Abdülaziz Han tarafından yaptırılan çift kapaklı
altın bir çekmece içerisinde saklanmaktadır. Getirildiği günden itibaren her yıl
Ramazan ayının on beşinci günü padişahın katıldığı muhteşem bir törenle ziyarete
açılmış ve bu gelenek günümüze kadar devam etmiştir. DENDÂN-I SAADET Peygamberimiz Efendimiz A.S.'ın Uhud Gazvesi’nde kırılan
dişinin parçasıdır. Sultan Dördüncü Mehmet'in yaptırdığı altın bir kutu içerisinde
muhafaza edilmektedir. NAKŞ-I KADEM-İ
ŞERİF Peygamber Efendimiz A.S.’ın mübarek ayağının izidir.
Hırka-i Saadet Dairesi'nde dördü taş, ikisi tuğla nevinden olmak üzere altı Nakş-ı
Kadem-i Şerif mevcuttur. LİHYE-İ SAADET
(SAKAL-I ŞERİF) Hırka-ı Saadet Dairesi’nde pek çok sakal-ı şerif mevcuttur.
Elmas, zümrüt ve yakutlarla süslü mahfazalar içerisindedir. MÜHR-İ SAADET Bir santim uzunluğunda, ortası kabartma kırmızı akik
üzerine kûfî yazı ile Peygamberimiz’in mübarek isimleri kazınmış bir mühürdür. NÂME-İ SAADET Peygamberimiz A.S.’ın Mısır hükümdarı Mukavkas’ı İslâm'a
davet için gönderdiği kahverengi deri üzerine yazılmış mektuptur. Mektuptaki metin
şöyledir: “Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed’den
Mısır kralı Mukavkıs'a. Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun. Seni İslam'ı kabul etmeye davet ediyorum. İslâm'ı kabul
et, selamet bulursun. Allah ecrini iki kat verir. Şayet yüz çevirirsen bütün Mısır
halkının günahı sana aittir. ‘Ey Ehl-i Kitab! Hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi
ve adil bir söze gelin. Şöyle ki: Allahtan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi
eş tutmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rab tanımayalım. Buna rağmen eğer yine yüz çevirirlerse deyin ki: Şahit
olun. Muhakkak biz müslümanlarız.’ (Âl-i İmran/64)” SANCAK-I ŞERİF Peygamber A.S. Efendimiz’in en kıymetli emanetlerinden
biridir. Asırlarca kullanıldığı için en fazla tahrip olan eşyalardandır. Osmanlı
Padişahları sefere başlarken Hırka-ı Saadet dairesinden hareket ederlerdi. Burada
Fetih Suresi okunur, bizzat padişah tarafından Sancak-ı Şerif alınarak arzhane
bölümüne getirilir, orada Yasin-i Şerif okunarak baş sancaktara teslim edilirdi.Sonra
da ordugâha götürülür, ordu tarafından selamlanırdı. TEYEMMÜM TAŞI Peygamberimiz A.S.’ın teyemmümde kullandığı, Asurlular
dönemine ait bir tuğladır. Üzerinde elliyedi satır çivi yazısı vardır. KEMAN-İ PEYGAMBERÎ Yüzonyedi santim uzunluğunda bir yaydır. Altın bir mahfaza
içinde korunmaktadır. NALİN-İ SAADET Peygamberimiz A.S.’a izafe edilen ve tek olarak bulunan
23 santim boyundaki nalındır. Üzerine daha sonra Ayete’l-Kürsî yazılmıştır. GASL-İ NEBEVÎ
SUYU Yeşil renkte boş bir şişedir. Peygamberimiz’in vefatında
gasl edilirken ayrılan suyunu muhafaza edildiği şişe daha sonra kırılmıştır. Bunlar dışında Hırka-i Şerif odasında şu nadide emanetler
de bulunur: Hz. Musa A.S.’ın asası, Hz. İbrahim A.S.’ın tenceresi,
Hz. Fatıma R.A.’ın seccadesi, Kâbe’nin anahtar ve kilitleri, Hacer-i Esved Mahfazaları,
Hz. Osman R.A.'a izafe edilen Kur'an-ı Kerim, Süyuf-i Mübareke (Mübarek Kılıçlar)
olarak anılan ve ikisi Peygamberimiz’e ait olmak üzere yirmiiki kılıç. Bunlardan
birisi Hz. Davud A.S.’a, üçü de Hz. Ömer R.A.’a aittir. Padişahlar tahta çıktıklarında
yapılan kılıç alayı törenlerinde genellikle bu kılıçlardan birisini kuşanmışlardır.
Kılıçlardan dördü de Hz. Halid b. Velid R.A.’a aittir. Topkapı Sarayı, bu mukaddes emanetlerin yanı sıra, 1917’de
İngilizlerin Mekke ve Medine'yi ele geçirme teşebbüsleri esnasında "Çöl Aslanı"
lakaplı Fahrettin Paşa tarafından İstanbul'a gönderilen Kâbe örtüleri, Kur'an-ı
Kerim, Ecza-yı Şerife, Kur'an kapları, hilye-i şerif, tesbihler, rahleler, sancak
başları ve daha birçok nadide eşyayı da emanetinde bulundurmaktadır. Fahrettin Paşa’nın gönderdiği mukaddes emanetlerin İstanbul'a
sevki esnasında maalesef bazı üzücü olaylarda yaşanmıştır. 2000 muhafız kontrolünde
kapalı sandıklar içerisinde sevkiyatı yapılan eşyaların bir kısmının yolda, bir
kısmının da Şam'da kaybolduğu iddia edilmiştir. Bilhassa Şam'da Cemal Paşa’nın
emanet sandıklarını açtırması sonucunda bir kısım eşyalar üzerindeki mücevherlerin
sökülmesi, bir kısmının da kaybolması, ittihatçı subayların başka bir gafleti
olarak tarihlere geçmiştir. Mukaddes emanetlerle ilgili ilginç bir olay da Lozan
görüşmelerinde yaşanmıştır. İngilizler bu eşyaların geri gönderilmesini istemişler
ve bu konuda şiddetli ısrarlarda bulunmuşlardı. Fakat Türk delegasyonu şunları
söylemiştir: “Mukaddes emanetlerin muhafazası ve kullanımı hilafet
makamının haklarındandır (halifelik henüz kaldırılmamıştı). Peygamber Efendimiz’in
kabri meselesine gelince, bu bahis tamamen müslim ve müminlere ait bahistir. Burada
müzakere olunamaz. Bu mukaddes bahis etrafında tek bir iddia dermeyan etmek hakkını
kendimde görmüyorum. İslâm alemi bu noktalarda pek ziyade hassastır. Hilafete
ait meselelerin ecnebi mahfillerde münakaşa edilmesini hiçbir surette tecviz etmez.
Ümid ederim ki, İngiliz murahhası iddiaları kabul edecek ve haklı görecektir." Netice itibariyle Mukaddes Emanetler hâlâ Türkiye’nin
yed-i emininde en güzel şekilde muhafaza edilmektedir. Burada hatırda tutulması ve üzerinde hassasiyet gösterilmesi
çok önemli bir noktanın altını çizmek istiyoruz: Topkapı sarayı ziyaretlerinde bilhassa Hırka-i Saadet
dairesi gezilirken, Peygamberimiz’in hatırası olan, O’nun elinin, bedenin değdiği,
O’ndan izler taşıyan bu emanetler karşısında azami ölçüde edepli olmaya özen göstermek
bir vazifedir. Ve elbette yüzyıllar boyunca onları büyük bir hürmetle koruyan
ve bugüne taşıyan Osmanlı hakanlarını hayır dualarla yad etmek de...
|